Forumnefer'e hoş geldiniz.

Eğer üye iseniz lütfen giriş yapınız, henüz üye değilseniz ve forumdan tam olarak yararlanmak istiyorsanız bizim topluluğumuza katılabilirsiniz.
iyi Formlar dileriz.
Forumnefer'e hoş geldiniz.

Eğer üye iseniz lütfen giriş yapınız, henüz üye değilseniz ve forumdan tam olarak yararlanmak istiyorsanız bizim topluluğumuza katılabilirsiniz.
iyi Formlar dileriz.
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
maviş
Yönetici
Yönetici
maviş



Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR? Empty
MesajKonu: Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR?   Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR? Empty18th Şubat 2010, 01:47

İSKENDER PALA KİMDİR?


[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Prof.Dr.İskender Pala, 8 Haziran 1958 Uşak Doğumludur. Kendisi, edebiyatçı ve edebiyat araşırmacısıdır.

3 çocuk babası olan İskender Pala, İstanbul'da yaşamaktadır.Kendisi Divan Edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınmıştır.

İlkokul'u Uşak'ta bulunan Cumhuriyet İlköğretim Okulunda okumuştur.Lise'yi ise Kütahya Lisesinde tamamlamış; buradan da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne gitmiştir.

Üniversitede yaptığı Lisans Tez çalışması "Câmiu'n-Nezair'dir. Doktora çalışmasını ise aynı üniversitede yapmıştır:Aşkî, Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Divânı.

Divan edebiyatı dalında 1983 yılında Doktor, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Doçent, 1998 yılında da Kültür Üniversitesi’nde Profesör olmuştur.

İlk okuduğu kitapların Peyami Safa'nın eserleri olduğunu belirten İskender Pala, okumuş olduğu ilk kitapların da Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Yalnızız adlı kitaplar olduğunu belirtmektedir.Ömer Seyfeddin, Refik Hâlid, Reşat Ekrem okunduktan sonra, Osmanlı Tarihi ve Edebiyatla tanışması Erzurum ve İstanbul’da ki üniversite yıllarına denk gelmiş.

Bir dönem Hilmi Yavuz Bey ile TRT'de Şairane adlı programı sunmuştur. İskender Pala, şu anda TRT 2'de Perşembe günleri 22.10'da Divançe adl programı yapmaktadır.Düzenli olarak Altunizade ve Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezlerinde Divan Şiiri Saati adı ile etkinlikleri olup sık sık okur günleri de düzenlemektedir.

1979-1982 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Seminer Kütüphane.Memuru
1982-1984 Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Deniz Lisesi Komutanlığı’nda teğmen
1984-1986 Üsteğmen
1986-1987 Boğaziçi Üniversitesinde part-time Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi
1987-1994 Yüzbaşı, Dz.K.K.lığı Tarihi Deniz Arşivi kuruluş ve faaliyetleri
1994-1996 Tarihi Deniz Arşiv Araştırmaları ve Dz.K.K.lığı yayın faaliyetlerinin yürütülmesi
1996-1997 Öğretim yılı, MSÜ Fen-Edebiyat Fak. Eski Türk Edebiyatı öğretim üyesi ve İSAM redakte kurulu üyeliği
1997 Öğretim yılı İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyesi


ÖDÜLLERİ

1989 Türkiye Yazarlar Birliği dil ödülü
1989 (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
AKDTYK Türk Dil Kurumu ödülü, 1990 (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
Türkiye Yazarlar Birliği inceleme ödülü, 1996 (Şairlerin Dilinden)
Aydınlar Ocağı Kayseri Şb. Yılın Edebiyat Adamı ödülü, 2001
YTB Uşak Halk Kahramanı ödülü, 2001
2003 Türk - Eğitim-Sen, Türkiye Yazarlar Birliği, Polis Akademisi ve Emniyet Teşkilatı "Yılın Romanı Ödülü" ( Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk )


ESERLERİ

Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü
Kronolojik Divan Şiiri Antolojisi
Akademik Divan Şiiri Araştırmaları
Divan Edebiyatı
Atasözleri Sözlüğü
Müstesna Güzeller
Şairlerin Dilinden
Aşina Güzeller
Ah Mine’l-Aşk
Efsane Güzeller
Kudemanın Kırk Atlısı
Kırklar Meclisi
Şiirler Şairler Meclisler
Şi’r-i Kadim
…Ve Gazel Yeniden
Perişan Gazeller
Peri-şan Güzeller
İki Dirhem Bir Çekirdek
Ayine
Gözgü
Tavan Arası
Kahve Molası
Güldeste
Gül Şiirleri
Hayriyye
Hilye-i Saadet
Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk
Kadılar Kitabı
Kırk Güzeller Çeşmesi
Kitab-ı Aşk
Kırk Ambar




[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Katre-i Matem


Katre-i Matem Konusu Lalenin Zarafeti, Aşkın Büyüsü, Osmanlı'nın Estetiği… Bir İsyanın Ortasında: KATRE-İ MATEMİskender Pala Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk adlı romanının ardından, Kapı Yayınları'ndan çıkan yeni romanıyla okurlarının karşısında: Katre-i Matem. Roman, müzayededen alınan elyazması bir kitabın hikâyesi olarak başlıyor.

Okurlar, bu elyazması kitabın açtığı kapıdan içeri giriyor, bir devre adını veren lalenin izinde İskender Pala'nın yarattığı etkileyici ve büyüleyici bir atmosferin içinde yol alıyor. İstanbul bu romanda, karmaşası, heyecanı, isyanları, kalabalığı ile lalelere bürünüyor. Öyle ki lale sadece bir çiçek değil, bir yaşayış tarzı, estetik bir tavır, kültürel ve tarihsel bir birikim olarak İstanbul'u, hatta tüm Osmanlı'yı çevreliyor.

İstanbul, doğal tüm güzelliklerinin, mimari şaheserlerinin tarihî debdebesi ile beraber lalezarlara, lale yarışlarına, lale şiirlerine bezeniyor; lalelerin şehri, renklerin şehri, yaprakların şehri haline dönüşüyor. İskender Pala, Katre-i Matem'de usta kalemiyle lalelere bezediği İstanbul'da kavuşup doyulamayan, kavuşulamayıp yakan aşkların elemli ve Osmanlı hallerini de tüm ıstırap ve coşkularıyla anlatıyor.

Sevdiğini, aşklarının ilk gecesinde kaybeden Şahin'in macerasını anlatan roman, bu kaybın ardındaki esrarı çözmek için külhanlara, tomruklara, lalezarlara ve hatta Osmanlı sarayına kadar gidiyor. İşte bu yolculuk, okuru hiç ummadığı yerlerde hiç ummadığı maceralarla karşılaştırıyor.Cinayetlerin gölgesiyle giderek gizemli bir hal alan olaylar Lale Devrine nihayet veren Patrona Halil İsyanının yakıcı siyasal çalkantılarıyla birlikte çözülmeye başlıyor.

KİTAPTAN: Kalemimi hokkaya bandırdığım şu anda -ki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı canından; Sultan III. Ahmet'i de tahtından eden cehennemden nişan Eylül İhtilali'nin üzerinden henüz iki hafta geçti- şahit olduğum olayları yazıp yazmamakta kararsız sayılırım. Bilemiyorum. Yazmak gerektiğini düşündüğüm şeyler bir bakıma devlete ait sırları ifşa etmek gibi bir ihanetin ağırlığını da vicdanıma yükleyecek.

Öte yandan Şark'ın kutsal çiçeği laleye dair yorumlarda bulunacak ve belki şükufeciyan esnafını gücendirmiş de olacağım. Ama birisi çıkıp yiğit Şehzade Ahmet'i, aşağılık isyancıların yaptıklarını, cennete benzeyen İstanbul'u ve Sadabat'ın laleye kattığı zarafeti anlatmazsa bu dahi tarihe ve şehre haksızlık sayılırdı.


Türü:Roman

Yazar:İskender Pala

Yayın Evi:Kapı Yayınları

Dil:Türkçe

Baskı Tarihi:2009
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
maviş
Yönetici
Yönetici
maviş



Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR? Empty
MesajKonu: Geri: Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR?   Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR? Empty18th Şubat 2010, 01:49

Pr.Dr. İskender Pala Anlatıyor!....


Neden Ve Nasıl Yazar Oldum?

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Selamdan sonra,

Azizim,

Ben İskender Pala. Ders kitaplarının arasına mahrem sevgililerin resimleri gibi saklayarak evin soba yanan tek odasındaki kış gecelerinin Teksas ve Tommiks'lerini geride bıraktığım ilk mektep yıllarından sonra -ki kendilerini takip eden soluk benizliler yanlış istikamete gitsin diye Apaçilerin atlarının ayaklarına nalları ters çaktıklarını bu vesile ile bilirim- okuduğumu hatırladığım ilk kitap Peyami Safa'nın 9. Hariciye Koğuşu olmuştu. Kitabı elime aldığımda önce Kızılderili reisi Oturan Boğa'ya ihanet ettiğimden dolayı utandığımı ve bir asker hikayesi okuyucağımı vehmederken safran boyalı koridorlardan eter kokusu duyarak sükût-ı hayâle uğradığımı hâlâ unutmam. Galiba kitabın adındaki Koğuş kelimesinin en masum askeri anlamıyla böyle düşünmüş ve yerli kızılderili hikayeleri hayal ederken Uşak sokaklarında asker koğuşu hayal eder olmuştum. 9. Hariciye Koğuşu'nu lise yıllarımda yeniden okuduğum zaman ben de roman kahramanı gibi hasta yatağındaydım ve ıztıraplarımın ince sızılarında bir haram lezzeti duymuştum.

Bunu Peyami'nin Yalnızız'ı takip etti. O kitaptan aklımda kalan tek cümle -eğer yanlış hatırlamıyorsam- "Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım." idi ve ben Peyami'nin, yalnızca bu cümleye anlam katabilmek için o koca romanı yazdığına inanmıştım. Gerçekten de ilk gençlik yıllarımın bütün ruh ummanları bu cümleyle çalkalandı ve Türkiye'nin 70'li yıllarına rastlayan bütün gençlik fikir ve bunalımları yavaş yavaş beynimin cidarlarında acıyla, nefretle formatlanmaya başladı.



Eğer Bir Şair Olamamışsam...


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Yıllarım kitap satırlarının arasından süzülürken Ömer Seyfeddin, Refik Hâlid, Reşat Ekrem ve diğerleri birer dönem benim hit'lerim oldular. Kütahya kahvehanelerinin kesif sigara dumanlarıyla grileşen duvarları ve Tekel markalı iskambil destelerinin konçinaları arasından sıyrılıp -ki heder edilmiş o birkaç yıla hâlâ acırım- sağlıklı nefesler aldığım zamanlarda kitaplarla muaşakaya devam ettim. Spor yapıyor ve kitap okuyordum. Hâlâ özlemini duyduğum ve dudağımda tatlı gülümseyişlerle hatırladığım güzel bir hayattı, herkese tavsiye olunur!..

İtiraf etmeliyim ki şiir kitapları hiç ilgimi çekmiyordu. Çünki yazdığım dörtlüklere sitayişler yağdırıp ileride büyük şair olacağımı söyleyen arkadaşlarım ve hocalarım yoktu. Bugün bir şair olamamışsam ve ömrüm şairleri kıskanmakla geçiyorsa eğer, bunun sorumluları onlardır.

Siz adına taşralılık kompleksi deyin, ben imkansızlık diyeyim; gençliğimi savurduğum şehirlerde kimsenin, en azından benim çevremdeki insanların kitapla alâkaları bulunmuyordu. Bu yüzden kitap biriktirmeye başlamam üniversite sıralarına rastlar. Bugün kütüphanemde ortaokul yıllarından kalma tek kitap vaktiyle cildini de kendi elcağızımla yaptığım Hayat Büyük Türk Sözlüğü'dür. Şevket Rado'nun haftalık fasiküller hâlinde yayınladığı ve inşaatlarda amelelikle geçen yorgun günlerin terapi seansları gibi bilmediğim kelimelerini okumayı alışkanlık edinerek yazdığım şiirler için kafiye kelimeleri aradığım 74 yazında şiire de tevbe etmeğe mecbur oldum. Zaten o sonbaharda üniversiteli olmuştum.

Birdenbire Bul Aşkı

Osmanlı tarihi ve edebiyatıyla tanışmam, Erzurum ve İstanbul'da geçen üniversite yıllarıma rastlar. Tanpınar'ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi'ne çarpılmıştım. Onun açtığı kapıdan girerek artık İsmail Hami'ler, Uzunçarşılı'lar, Pakalın'lar, Öztuna'lar okuyordum. Türk Klasik Edebiyatı'nı sevmiştim ve bir dönem, onunla ayrı dünyaların insanı olduğuma yanarak geçti. Âşıktım, ama onu tanımıyordum. Nihad Sami merhumun Resimli Türk Edebiyatı Tarihi benim Divanu Lugati't-Türk'ümdü. Oradan berceste eserleri tanımaya ve okumaya başladım. Mesnevî, Gülistan, Kelile ve Dimne, Eflakî Menakıbı, Hafız Divanı vs. derken Kebikec benim de dünyamı kemirmeye başladı. Dante, Homeros, Shakeaspeare, Gothe bilgimin öteki yüzünü oluşturdular. Artık rahmetli Harun Tolasa hocamın hazırladığı Ahmed Paşa'nın Şiir Dünyası ile tanışma vakti gelmişti. Ardından Ferid Kam, Tahirü'l-Mevlevi, Köprülü, Gölpınarlı, Banarlı, Tarlan, İpekten, Alparslan, Çavuşoğlu, Karahan, Çelebioğlu vb. Hepsine Taala'dan rahmet dilerim. Ve Stuart Mill'in ifadesiyle "Kutsal su, bir baştan yüzlerce başa ayrıldı." İki yıl, yalnızca divan okudum; müteakip iki yıl da onları anlamak için ansiklopediler, oryantalist eserler, seyahatnâmeler ve daha bir yığın kitap. Sevgiliyi tanımaya başlamıştım ve bundan büyük keyif alıyordum. O sırada İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'nde kütüphanecilik vazifesi aldım ve benim okuyacağım kitaplarımın hepsi o kütüphanenin raflarında duruyordu. Şimdi size bir kütüphanede çalışıyor olmanın binbir faydasını sıralamam abes olabilir; ancak benim için ne olduysa işte o zaman oldu, bilimsel okumanın lezzetini o zaman kavradım. Artık elyazmalarının âherli dünyasını, ebru ciltlerin mikleplerini, ortaçağ Türk sanatının dizilip gelen rik'alarını, siyakatlarını anlamaya başlamıştım. Güllerin ve bülbüllerin, ebrûların ve gamzelerin, gazellerin ve kasidelerin kırkıncı kapısından girme zamanıydı o. Önümde bir medeniyet duruyordu ve şimdi ne Troya kentini keşfeden Schliemann, ne Tut-enk-Amon nam Firavun'un mumyasını çözen Champollion; ne mikrobu keşfeden Pasteur, ne de arzın cazibesi kanununu keşfeden Galileo Galilei benim kadar mutlu olamazlardı. O medeniyet aynasında hüsn-i ta'lillerin fıstıkî feracelerine bürünmüş güzellerinin ve onların müraat-i nazîrlere bulaşmış ateşi etrafında kelebekler gibi dönen derbeder şairlerin nefeslerini duyabiliyor; saraylar ve konaklarda, sokaklar ve dükkanlarda, tekkeler ve medreselerde, mesire ve sayfiyelerde hangi âhenkle yaşayıp, ne tür vezinlerde güldüklerini yahut ağladıklarını, sevindikleri yahut üzüldüklerini anlayabiliyordum.

Türk klasik şiiri meğer benim için bir tarz-ı hayat imiş; beni öyle buldu. Hâlâ şiir yazamam, ama şiirin has behçesindeki seyranın yolunu yordamanı iyi bilirim. Bunu, Fuzulî'den, Bakî'den, Nef'î'den, Yahya'dan, Nailî'den, Galib'den, Nedim'den öğrendim. Galib Dede "Birdenbire bul aşkı, bu tuhfe bulanındır" diyordu ve ben, tam da onun dediği bir hediye gibi birdenbire aşkımı bulmuştum.


Oturan Boğa Gazel Okumaya Başlayınca


Bu aşk beni iflah etmeyecekti, biliyordum. Artık kitaplarım, divanlar olmuştu ve çocukluğumda bütün merhamet duygularımı sömüren kızılderili reisi oturan boğa şimdi müstesna gazeller yazmaya başlamıştı. Üniversite yıllarından sonra yanlış bir karar ile asker olmuş, gülle bülbülle sohbet ederken birdenbire üniformayla postalla uğraşmaya başlamıştım. Onbeş yıl sürecek bu dönem içinde okumayı ve yazmayı asla bırakmadım; hatta dönem dönem okuyup yazmayı bir teselliye bile dönüştürdüm. Anladım ki Divan şiiri için yazdıkça daha çok yazmak gerekiyordu; ve daha çok yazmak için de daha çok okumak... Tarih, medeniyet tarihi, sosyal bilimler, felsefe, sosyoloji, sanat vs. Ne bulursam okuduğum yılların semeresini hiç durmadan yazmam gereken yıllarda gördüm. Divan şiirinin püf noktalarını ve eski şairlerin hayatlarını keşfetmiştim. Bu bana hem bir bakış açısı, hem de yazma kolaylığı sağlıyor; hemen her konuda eskilerin ne söylediklerine dair birkaç beyit nakletme cesareti veriyordu. Benim için yazıda bir konu sıkıntısı da yoktu üstelik. En sıkışık zamanlarda bir divanın gazeller bölümünden fala bakar gibi bir sayfa açıp ilk karşıma çıkan gazel hakkında yazı yazmanın keyifli bir macera olduğunu söyleyebilirim size.

Divan Şiirini Sevdiren Adam...


Yalnız Divan edebiyatı yazmakla kalamadım. "Divan şiirini sevdiren adam" olmanın ötesinde misyonlar yüklenmişti omuzlarıma. Divan şiirini sevdirmekten dolayı elbette haz duyuyordum, ama bütün çabamın divan şiiriyle sınırlıymış gibi anlaşılmasına da tahammül edemiyordum. Ve çok geçmeden periyodik gazete yazıları girdi devreye. Artık sanattan, kültürden, tarihten, medeniyet tarihinden de bahsetmek gerekiyordu.Ve tabii aşktan... O en çok bildiğim, sevdiğim ve bıkmadan usanmadan yazabileceğim bir konuydu ve ne vakit acele yetiştirmem gereken bir yazı istenirse benden, hemen ah mine'l-aşk deyip bilgisayarın düğmesine basmam yeterli oluyordu. Aşk, gazellerin konusuydu ve ben hemen bütün ömrümü gazeller arasında geçirdim. Velhasıl zaman, gazele bulandı bir kez ve satır satır elem kendini gösterdi!.. Aşk ve elem!.. Ve Divan şiiri...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
maviş
Yönetici
Yönetici
maviş



Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR? Empty
MesajKonu: Geri: Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR?   Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR? Empty18th Şubat 2010, 01:55

İçine aşk giydirlimiş ne söz varsa ben onlarla haşır neşirim..

''Tarihten bazı adamlar var. Onlar benim arkadaşım gibi. Hatta öyle düşünüyorum ki öldüğümde cennetin kapısında beni karşılamaya bir grup insan gelecek. Onlar Baki, Fuzuli, Nedim olacaklar.''


[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



Aşkı farklı suretler ile ifade eden, içine derin manalar katarak anlatan biri İskender Pala. Bunu yaparken hem divan edebiyatını bir nakış gibi işliyor, hem de aşkı sonsuz bir derinlikle tasvir ediyor. Bir de onun kitaplarını okuduğunuzda sanki bu devirde yaşamadığını düşünüyorsunuz. Gazeller, beyitler, tasvir edilen zaman, kitaplarının kapaklarını süsleyen gravürlerle sanki bedeni günümüzde ama ruhu ve aklı, geçmişte yaşayan biri gibi. Şimdilerde yeni bir kitabı çıktı Katre-i Matem. 1729 yılının İstanbul'unu, lale, cinayet ve aşk üçlemesiyle anlatıyor roman... Yıllardır dilinden, gönlünden, fikrinden aşk'ı düşürmeyen yazar bunları ne için yapar, aşka aşık olduğu için mi yoksa...

Nereden geliyor bu Divan aşkı?

Üniversite'de bir yıl boyunca tarih kitaplarını yastık edinerek uyudum. Osmanlı tarihi ile ilgili ne kadar kaynak varsa okudum. Kim yalancı, kim doğru söylüyor biliyorum. Madem ki tarihten adamlarla ilgileneceğim o zaman o adamların nasıl yaşadıklarını, ne yediklerini gece nasıl horladıklarını, gündüz nasıl fısıldaştıklarını bilmeliyim. Bunu bildiğinizde tarih size büyük bir koridor açıyor. O koridorda öyle desenler, renkler, nakışlar var ki… Allah bana yaşadığım ömürde böyle bir iş verdi her zaman şükür ediyorum.

Çünkü sizin ki aşk mesleği…

Evet. Gökkubbenin altındaki
en eskimeyen şey aşk mesleği. Divan şiiri onun hasbahçesidir. İçine aşk giydirilmiş ne söz varsa ben onlarla haşır neşirim. Ömrüm bir bu kadar daha olsa yazacaklarım bitmez.


Siz uzun bir süre askeriyede bulundunuz. Bir yandan top tüfek, diğer yandan gül ile bülbül. İkisi bir arada nasıl oldu?

Statüko içerisinde, fakültenin koridorlarında profosör olmadım. O akademik dünya benim için sadece bir yoldu. Ama Deniz Kuvvetlerine gidince yelpazem genişledi. Hayatın statik olmadığını, hayatın nasıl aktığını orada öğrendim. Şöyle düşündüm; Yağ satarım, bal satarım ustam öldü ben satarım. Ustam ölünce benim satmam gereken bir yağım ve balım varsa, o zaman ustam ölünce benim de ölmem gerekir.

Ölmek istemediniz yani…

Evet. Ben de onun dışındaki bir alanda birşeyler elde etmek için çırpındım ve işin biliminden çok kültürüyle ilgilenmeye karar verdim. Bunu yaparken gül ile bülbül; top ve tüfek arasında kaldım bu doğru. Postalların ve silahların dünyasında nefes almak için kendimi gül ve bülbülün dünyasına attım. Üniforma beni cendereye sokarken, akşam üniformayı çıkarır çıkarmaz ruhumu besliyordum.


Aşkı anlatışınıza insanlar aşık oluyorlar… Keramet aşkta mı yoksa sizde mi?


Yaşadığım süre içinde geçmişin içerisinde sevdiğim, aşık olduğum ne varsa insanlar da onu tanısınlar istiyorum. İnsanlara sevgililerimi sunuyorum. O benden değil, divan şiirinin kendisinden. Eğer bizim tarihimizde güzel bir şey varsa onu alıp geleceğe köprü olayım istiyorum.


Sizde var olan bu 'aşk' aşkının ne kadarı sizin tecrübeniz?

Aşkın cahili bir insan değilim. Tecrübem bu çağın gençlerinden çok daha derindir. Benim dönemimde aşık olduğunuz kızın mahallesinden günde bir defa geçmek, aşkı içinizde çoğaltırdı. Bugünkü manada aşk hasreti olmayan, olmadığı için de ucuzlayan birşey.

Peki aşk sadece tecrübeyle mi bilinir?

Aşkın katmanları var. Anlattığım aşkın katmanları arasında birikimim tecrübeden daha çok bir bilgidir. Tecrübe birikimi ise hepsine uyarlayabileceğim bir şablondur. İlahi aşkın da, tensel aşkın da, bilim aşkının da, meslek aşkının da ne olduğunu okuduklarımdan ve araştırdıklarımdan biliyorum.

FUZULİ, NEDİM, BAKİ BENİM ARKADAŞLARIM
Ama aşık oldunuz…


Bütün aşklar birdir ama görüntüsü binlerce türlüdür. Aşkı yaşadım o benim eşim, üç çocuğumun da annesidir. Aşk- ı mecazi, aşk ı hakikiye inklap etme yoludur. Ben aşk yaşadım doğrudur ama katmanları anlamak için aşık olmak yetmez.

Ne gerekir?

Uzun yıllar dirsek çürütüp profösör olmanız gerekir. Yani çok çalışmanız gerekir.

Ama o ünvanı kullanmıyorsunuz…

Çünkü insanlarla profösör olarak konuştuğunuz da sizinle kendi arasına bir mesafe koyuyor. Ama ben öyle yapmadım. Seminerlerime gelen insanlar yerde oturup dinliyorlar beni. Beşyüz kişilik bir salon bazen binbeşyüz kişidir. Birbuçuk saat hangi profösör ayakta beklenir?

Peki o insanlar sizce neyi bekliyor?

Beni değil, anlattıklarım onların kaybettiği şeyler olduğu için bekliyorlar. Ben anlattığımda bir zamanlar yitirdikleri, hafızalarındaki birşeyi hatırlıyorlar.

Aşkın rengi neden kırmızıdır?

Bizim kültürümüz de öyle. Çünkü aşk kan demektir. Ama Uzak Doğu'da aşkın rengi pembedir.

Kan ile aşkın nasıl bir bağlantısı var?

Kan aşk demektir. Tarihte sevgililer, sevgisini göstermek için kanlarını akıtırlarmış. Aşkın gücünü anlatmak için ya kendilerine şiş sokarlarmış ya da bileklerini keserlermiş.

Sizin aşk bitkiniz hangisidir?

Gülü tercih ederim. Kırmızı gül. Gül benim için Hz. Muhammed'dir.

Lale de Allah'ı temsil eder…

Şüphesiz ama lalenin vahdaniyetine giden yol güldür. Ben onu çok severim.

Zaten gül ile bülbül hiç hayatınızdan çıkmıyor…

Evet. Gül ile bülbül, sevgiyle uğraşıyorsunuz üzerine bir de para veriyorlar. Kaç kişiye nasip olur böyle bir yaşam. Tekrar bir hayatım olsa 'kim olarak ve ne yaparak yaşarsın' deseler beni yine ben olarak bu işi yaparak yaşamak isterdim.

Siz bizim hissetmediğimiz neyi hissediyorsunuz da yaptığınız iş size kendisini bu kadar sevdiriyor?

Bir gün Alay Köşkü'nde oturup musiki dinlerken içimden şöyle geçti; 'Ey İskender Pala bir zamanlar senin oturduğun yerde devrin hükümdarı oturuyordu, vezirleri de yanlarındaydı. Onların oturduğu yerde oturup onların dinlediği musikiyi dinliyorsun' diye kendi kendimi ikaz ettim.

Neyin ikazı?

Bu şu demek; Allah ruzi ezelde 'bana kalemi kendin al kaderini kendin yaz' deseydi bu kadar güzel yazamazdım. Onun için divan edebiyatıyla uğraştığım için her zaman şükür ediyorum. Benim kimliğime çok uygun. Bu nedenle gerek aşka bakışım, gerek dünyaya bakışım başkalarından farklı.

Bedininiz burdayken ruhunuzu geçmişte bırakmak. Nasıl bir yaşam bu?

Tarih
ten bazı adamlar var. Onlar benim arkadaşım gibi. Fuzuli, Baki, Nedim… Onlar bu zamandan sıkıldığımda meclisinde oturabildiğim ve kendileriyle birlikte olmaktan bahtiyar olduğum insanlardır. Hatta öyle düşünüyorum ki, öldüğümde cennetin kapısında beni karşılamaya bir grup insan gelecek. Onlar; Baki, Fuzuli, Nedim olacaklar.

EN İYİ SÖZLERİ ESKİ ADAMLAR SÖYLEDİ
Ne diyecekler size?


'Gel bakalım hayırlı evlat sen ne güzel şeyler yaptın' diyecekler. Bu kadar tarihin içindeyim. Ama ben gençlere birşeyler vermek istiyorum. O yüzden saçlarımı uzatıp kot pantalon giyiyorum.

Tarihle bu denli iletişim sizi çağın gerisinde bırakmıyor mu?

Tarihin içerisindeki bir takım güzellikleri almak gericilik demek değildir. Bilakis ben sırtımdaki heybeme güzellikleri koyuyorum ki geleceğe doğru adımlarım sağlamlaşsın. Bugün dünyada pek çok insanla karşılaşıyorum ve gençlerin halini izliyorum. Bizim gençlerimiz kadar geleceği kurtaracak, dünyaya güzel şeyler bağışlayacak başka bir gençlik yok. Fakat gençlerimiz maalesef kendi geçmişlerinin güzelliğinden bihaber. O yüzden daha ürkek davranıyorlar.

Tam olarak neyin bilinmesini istiyorsunuz?

Ben insanlara 'bakın sizin onyedinci göbekten dedeniz şöyle yapardı. Onaltıncı göbekten nineniz şöyle davranırdı' diyorum. Bunu okuyan insan aynı sahnenin izdüşümünü kendi hayatında bulduğunda 'ninem böyle bir durum karşısında böyle davranırdı' diyebilecek. Bu göstergeleri onlara söylemekle yükümlüyüm.

Peki Divan Şiirini bırakıp roman yazmak sizin işiniz mi?

İşim… Ben divan şiirini romanla tanıtmam gerekiyorsa roman yazarım. Müzikal ile tanıtmam gerekiyorsa müzikalini yaparım. Eğer bir film çevirilecekse senaryosunu yazmak isterim. Çünkü Divan Edebiyatı bizim atalarımıza ait sosyoloji, hayat bilgisi, hukuk, yaşayış düzeni, psikoloji, dini içine alıyor. Çünkü atalarımız bundan ikiyüz sene önce birşeyleri şiirle ifade etmeyi önemserlerdi. O da Divan Edebiyatıdır. Yıllardır bunu anlatmaya çalışıyorum. Divan edebiyatı birkaç şairin ağızında gevelediği dize değildir. Divan edebiyatı hayatın ta kendisidir.

Sizin öneriniz nedir?

Ben de diyorum ki; bu kadar süfli işlerin arasında sizi anlamlandıracak bir kaç dakikanız olsun. Çünkü sadece kaştan, gözden ibaret, yürüyen bir kütle değiliz. Bu maddeye karşılık bir ruh var. Hep midemizin peşinde koşuyoruz ama zihnimiz aç kalıyor. İstiyorum ki insanlar soyut olan taraflarını biraz daha ortaya çıkarsınlar. Çünkü bir günbatımını bir divan şairinden kimse iyi anlatamaz.

Yetmişin üzerinde kitap yazdınız. Tükenmediniz mi?

Ben yıllardır gazetede yazı yazıyorum. Hiç birgün ne yazıcam sorusunu kendime sormadım. Eve gidip herhangi bir Divanı açıyorum ve fala bakar gibi karşıma çıkan ilk beyiti alıyorum ondan bir yazı çıkıyor. Bu kadar zengin ve tükenmeyen birşey.
Lale Devrin'den daha iyi durumdayız

Kitapta Lale devrinden bahsediyorsunuz ve günümüzün izdüşümü diyorsunuz. Peki farklılıkları var mı?

O gün de bugün olduğu gibi batıyla ilişkilenmek isteyen bir Osmanlı yönetimi vardı. Damat İbrahim Paşa'nın batıyla olan ilişkileri, elçiler göndermesi, matbanın kurulması, mühendis mekteplerinin açılması bugün bizim batıdan neleri almamız gerektiğini de sorgulatıyor. Ama o günün yöneticilerinin batı karşısındaki tutumları doğulu reflekslerine yenik düşmüştü.

Yani?

Bir doğu insanı gibi davranıp, batılı olmak istiyorlardı. Ama bugün öyle değil. Bugünkü devlet anlayışımız, 'batı bizim için bir örnektir fakat biz iyi bir hayatı, batılı olmak için değil kendimiz için istiyoruz' dur. Biz Avrupa Birliği'ne girmesek bile Türkiye'de demokrasi olması gerektiğine inanıyoruz. Lale Devri'nden daha iyi konumdayız.

Peki ya zengin ile fakir dengesi?

Lale Devri'nde zengin ile fakir arasındaki uçurum şimdiki gibi az miktarda değil, daha geniş bir kitleye dayanıyor. Bugün Türkiye'nin ultra zenginlerini saysanız, iki elin parmakları kadar olur. Ama o dönemde ultra zenginlerin sayısı neredeyse devletle iş yapan herkes kadardı. Artık Lale Devri'ndeki kadar fakirimiz yok ama zenginimiz de yok.

En büyük değişimlerden biri de İstanbul…

Elbette. İstanbul tarihi boyunca 1729 yılı kadar güzel olmadı. O dönemde Istanbul oya gibi bir şehirdi. Boğaziçinin her yani yalılar, kasırlar, köşlerle süslüydü. Haliç'in iki yanında bağlar bahçeler vardı. Napolyon'un 'dünya tek bir devlet olsa başkenti Istanbul olurdu' cümlesinin altında 1729 yılının İstanbul'u yatıyor. Biz Lale Devri'nin şu anda şehircilik mirasını tükettik.

O yüzden sizde minyatürlerden günümüze gelemiyorsunuz? Hasretten…

Katre-i Matem için konuşuyorsanız modern bir Mesnevi gibidir. Roman yazarken hikayelerin arasına derkenarlar yerleştirdim. Derkenarlar Mesnevi'deki gazeller gibidir. Mesnevi'de de okuyucuyu rahatlatmak için araya gazel konur. Eskiden mesnevinin içinde minyatür olurdu. Minyatür şu demekti; 'resim söz için vardır.' Söz esastır ve resim sözü anlatmak için bir vasıtadır. Yani 'sen bütün yazılanları oku eğer dediklerimi hala anlamadıysan, o resme bak ne demek istediğimi anla' demek istiyorum.

Kitabınızda lale mor renginde. Özel bir anlamı var mı?

Tamamen tarihi bir bilgi. Bugün laleyi onbeş renkte görebiliyoruz. Romanın geçtiği yıl yani 1729 yılında mor lale ilk defa bulunmuştu. Öncesinde çok fazla renk çeşidi yoktu. Laleye itibar artınca bahçevanlar, lalezarlarında farklı renkler üretmeye başladılar. Benim olayı anlattığım yılda da morun en koyu rengi üretilmişti. Eğer o renk lacivert olsaydı ben lacivert laleyi kullanacaktım.
Hollywood Katre-i Matem'i ıskalamayacak

Bu kadar kitabın ardından neden roman yazdınız? İhtiyaç mı?

Kişisel anlamda böyle bir ihtiyacım yok ama ilk romanımı Divan Şiiri'nin romana ihtiyacı olduğunu düşündüğüm için yazmıştım. Ben divan edebiyatının misyoneri gibi hikayelerini, denemelerini ve araştırmalarını yapan biriyim. Son bir kaç yıldır İstanbul'da lale şehrin kimliğine ağırlık katmaya başladı. İkinci romanı da laleyi anlatmak için yazdım.

Katre-i Matem kitabında sizin romancılığınız eleştirildi. Mekan ve kişi tasvirleri zayıf gibi… Bu eleştirileri göze almış mıydınız?

Roman konusunda yazdığımın elbette bir Dostoyevski romanı veya bir Madame Bovari tahlili içerisinde olmadığını biliyordum. Çünkü çağa uygun davranıyorum. Ben işin içine cinayet katmadan bir aşk romanı da yazardım. Anlattığım derin aşkı isteyen bin okuyucu bu romanı okurdu. İtiraf ediyorum ben popüler davrandım. Çünkü çok okunan bir roman yazmak istedim.

Sebebi ne?

Daha fazla insana ulaşmak için. Kitap kapağı da benim önceki kitaplarımın kapaklarından farklı. Diğer romanım 'Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk edebi olduğu için İngilizceye çevrilememişti. O yüzden ben de bu kitabımda üslup yapmadım. O sebeple romancılığımın eleştirileceğini biliyordum.

Okuyucuyu hayal kırıklığına uğratırım endişesi yaşadınız mı?

Açıkçası korktum. Çünkü ben romancı değilim. 'Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk' çok okundu. İnsanlara verecek olduğum yeni roman hayal kırıklığına uğratırsa bana yazık olurdu. Bir kişinin itibarı kitaptan çok daha önemlidir.

Katre-i Matem bir film olursa yönetmeni kim olsun istersiniz?

Bunu bilmiyorum. Ama bir Hollywood filmi olsun istiyorum. Çünkü pahalı bir proje. Kitabın yabancı dile çevrilmesi için teklif aldım ve Hollywood'un bu yapımı ıskalamayacağını düşünüyorum. Filmografi anlamında da üzerine düşündüm. Replikleri bile kendim yazdım.

Fotoğraflar: Sedat ÖZKÖMEÇ
KÜBRA&BÜŞRA İLE İKİDE BİR (Yenişafak Gazetesi Pazar ekinden alıntıdır.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bir YAZAR Bir Kitap...İSKENDER PALA KİMDİR?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bir Yazar Bir KİTAP-Bab-ı Esrar
» NAZIM HİKMET RAN KİMDİR?Hayatı Eserleri Tüm şiirleri
» ORHAN VELİ KANIK KİMDİR?Hayatı Eserleri Ve Tüm Şiirleri
» Gönül Yazar ~ İşte Benim Dünyam
» Dertleri Zevk Edindim.Gonul Yazar

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: EĞİTİM - E BOOK -EDEBİYATIMIZ - TÜRK TARİHİ VE KÜLTÜRÜMÜZ - YURDUMUZ :: EDEBİYATIMIZ-
Buraya geçin: