ne-fer Yönetici
| Konu: Şevki Bey 5th Şubat 2011, 06:47 | |
|
Şevki Bey, 31 yıllık kısa ömrüne binin üzerinde beste sığdıran ender sanatçılardan biridir. 1860 yılında Fatih'te, Kumrulu mescit semtinin Pirinççi Mahallesi'nde doğdu. Babası tarakçı Ahmed Efendi'dir. Şevki Bey, ilk öğrenimini tamamlayıp Rüştiye'ye kaydoldu ve buradan mezun oldu. Bu sırada mûsikî yeteneği ve sesinin güzelliğini farkeden hocalarının ısrarı ile Mızıka-yı Hümayun 'a devama başladı. O yıllarda Mızıka-i Hümayun'da öğretmenlik yapmakta olan büyük bestekâr Hacı Arif Bey 'den yararlanarak Türk mûsikîsinin teorik olduğu kadar pratik yönüne ait de geniş bilgi elde etti. Bilhassa uşşak makamında bestelediği eserleri ile dikkati çekti. Klasik Türk Müziği'nde Uşşak makamı denilince ilk akla gelen bestekâr Şevki Bey'dir. Söylentiye göre ölümünden üç gün önce yeni yaptırdığı bir takım elbiseyi giyerek resim çektirmiş ve daha sonra da yakın dostu olan Beylerbeyli Gümrükçü Rahmi Bey'in evine gitmiş ve aynı gece 18 Temmuz 1891 tarihinde, daha otuzbir yaşında iken kalp durmasından ölmüştür.
İçki alışkanlığı olan Şevki Bey, anlatılanlara göre son derece rindâne yaşamıştır. Yazar ve bestekâr Ahmet Râsim Bey şu olayı nakletmiş:
“Bir Avrupa kumpanyasının oynadığı Karmen Operası'ndan çıktıktan sonra, sarındım, toplandım, yola çıktım. Meyit yokuşu yoluyla dönüyordum. Şişhane önlerine geldiğim sıralarda idi ki, oradaki merdivenli yokuştan birinin yuvarlana yuvarlana caddeye geldiğini gördüm. Derhal koştum, kolundan tuttum, kaldırdım. Bir de bakayım ki bizim meşhur bestekâr, hanende Şevki Bey merhum değil mi? O kadar sarhoş ki gözlerini bile açamıyor. Şimdi ne yapmalı? Bırakmak olmaz o halde. O vakitler Beyoğlu’nda otel de bilmem. Düşündüm. Koluna girip eve sürüklemekten başka aklıma bir çare gelmedi. Koluna girdim, yürüttüm. Köprünün ortasına geldik Şevki’nin galiba istimi tükenmiş ki birdenbire çöktü, serildi. 'Ne!' dedim 'kalk birader davran, kendine gel!' Belaya bakın ki eğilmek ihtimali yok. Muşambayı, paltoyu çözmeyince mümkün değil. Hem hangi elle? Geceleyin uğradığım derde bakın. Rüzgar azdıkça azdırdı. Aman ya Rabbi, sen bilirsin. Bıraksam beş dakika sonra kıkırdayacak. Söz anlamaz, duymaz. Belki de donma alametleri yüz göstermiş. Şimdi ne yapmalı? Kederimden ağlıyordum. Bıraksam bir cinayet, bırakmasam başı ucunda dursam ben de intihara karar vermiş olacağım. Etrafta adam değil, it bile görünmüyordu. Gençlik ah gençlik. Gücüne ve ezici kuvvetine kurban olayım. Buzdan herbiri yarımşar okka olmuş eldivenlerini nasıl çıkardım, muşambayı çözdüm! Şevki’yi öyle bir sırtlayış sırtladım ki hâlâ bu muvaffakiyetime hayretteyim. Gayret, tehlikeden kaçış, bir arkadaş kurtarış, bana hararet veriyordu. Merhumu kuytu yerlerde dinlene dinlene, mola vere vere eve getirdim. Getirdim amma bende yarılmadık dudak, çatlamadık el kalmadı. Ciddi söylüyorum ki o ayazda ben de birdenbire heyecanlanıp da böyle bir güçlüğe katlanmasaydım, sabahleyin köprüden geçenler, ikimizi de sırıtmış bulurlardı. Ne dersiniz? Şevki sabahleyin beni görür görmez teessürsüz 'Gel şu şarkıyı geç.' diye kendine has okuyuş tarzı ile 'Mahzun dilimi şâd edecek sensin efendim / Her lâhza beni yâd edecek sensin efendim' şarkısını okumasın mı? Biçare yemin ederek akşamki maceradan haberi olmadığını, hayretler içinde temin etti.”
Şevki Bey hakkında yazılanlar oldukça sınırlıdır. Türkü ve folklor araştırmacısı Sadi Yaver Ataman, babasından (Dr. Ali Yâver Ataman) duyduklarını şöyle anlatmış: "Babamın anlattığına göre Şevki Bey, konağa içkili geldiği için sofraya oturmaz, merdiven başındakı küçük odada babamla karşılıklı demlenmekten hoşlanırmış. Bir hayli demlendikten sonra ağız ve burunlarını silip, ceketlerini ilikleyip toplantı salonuna girerlermiş. Şevki Bey her zaman odanın kapıya yakın bir yerinde kenarları sırma şeritli, ibrişim püsküllü kadife koltukta ellerini dizleri üstüne koyarak, gayet edepli bir şekilde oturur, çok konuşmaz, bir şey sorulduğunda mahcup bir şekilde cevap verirmiş.... Babam, Şevki Bey’in devamlı hüzün içinde görünen gözlerinin altı hafif şişik, hayata bağlılığı zayıf, yaşından büyük gösteren bir genç adam olduğunu, oldukça iyi ud çaldığını, mızrabını udun sapına yakın ve tellere hafifçe vurarak, kısık sesi ile şarkılarını okuduğunu söylemiştir."
Şevki Bey'in şarkılarına seçtiği, çoğunlukla aşk acısı anlatan, hüzünlü güfteleri hicaz, uşşak, hüseyni, muhayyer gibi lirik makamlarda bestelemesi, doğaları itibariyle böyle konulara daha uygun görünen nihavend, kürdilihicazkâr gibi makamları fazla kullanmaması dikkat çekicidir. Özellikle kürdilihicazkâr makamı hocası Hacı Arif Bey tarafından düzenlenmiş olup, şimdi olduğu gibi o zamanlar da çok tutulmaktaydı. Şevki Bey seçtiği makamların asâletine yaraşan besteler yapmış, en hüzünlü duyguları işlerken bile bayağılığa düşmemiştir. Yalnız uşşak makamında ikiyüzden fazla şarkı bestelediği söylenen bestekarın aynı makamda birbirini andırmayan bu kadar eser yaratabilmesi takdire şâyandır. Kolaylıkla beste yapan, bir gecede sekiz-on tane şarkı bestelediği rivâyet edilen Şevki Bey'in bülbül gibi, ağzını her açışta değişik nağmelerle şakıyan bir insan olduğuna inanmak gerekir.
Şevki Bey'in şarkıları melodik örgüsü son derece sağlam, akıcı, zorlamadan uzak eserlerdir. Güfte-beste uyumsuzluklarına rastlanmaz. Mehmed Sâdi Bey'in "Gülzâra nazar kıldım, virâne-misâl olmuş" güftesiyle bestelediği uşşak şarkı güfte-beste uyumunun çok güzel örneklerindendir. Bazı eserleri tekdüze bulunmuşsa da, böyle olmayan, yeniliklerle dolu, parlak birçok şarkısı vardır. Mesela "Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz" hicaz şarkısı, mesela "Canım gibi sevdikçe seni gönlüm ey âfet" ve "Hastasın zannım vefa mahzunusun" uşşak şarkıları son derece parlak tabiatlı olup, Türk musikisinin en nâdide eserlerindendir. Sürekli beste yapan sanatkârın, tekdüze kabul edilen eserlerini daha sakin anlarinda yapmış olduğunu kabûl etmek uygun olur. Üstadın meşhur "Kimseler gelmez senin feryâd-ı ateş-bârına" güfteli uşşak şarkısı yahut "Nedendir bu dil-i zârın figanı" güfteli rast şarkısı tekdüze eserlerine misâl gösterilebilir. Şevki Bey'in bazı eserlerini yeterince işlemediği sezilir. İrticâlen ve büyük bir tabiilikle beste yapan Şevki Bey'in şarkıları üzerinde sonraları uğraşmış olduğu şüphelidir.
Şevki Bey'in erken ölümü bazılarınca içki alışkanlığına bağlanır. Mezarı Beylerbeyi ile Kuzguncuk arasında Boğaz Köprüsü'nün aşağılarında bulunan Nakkaştepe Mezarlığı'ndadır ve yeri bu gün de bellidir. Başucundaki uzun konik taşın üzerinde eski yazıyla kazınmış olan kitâbe, yakın dostu zamanın başsavcısı Mehmed Hâfid Bey'in Şevki Bey'e yazmış olduğu mersiyedir. Bu taş da Hâfid Bey'in önayak olması ile dikilmiştir. Mersiyenin metni aşağıdaki gibidir:
Mûsıki fenninde kesb-i imtiyâz / Eylemişdi şevk-i âheng-tırâz
Rahât’ül-Ervâh idi her nağmesi / Sûz-i Dil’den gösterirken perde sâz
Tâze bir verd-i sabah-perver iken / Kıldı pejmurde hazân-ı tîre-bâz
Târ-ı tanbûr-î hayâtî gam alıp / Eyler idi mızrâb-ı kalb-ihtisâz
Müstaiddi kâr-ü nakş’a tab’ı kim / Merhâle-i Nakkâş oldu sâye-sâz
Bir nefeste mürg-ı rûhu bâl açıp / Cennete kondu misâl-i şâhbâz
Çıktı bir târih pesendîde Hafîd / Hâke düştü bî-emel ol verd-i nâz
Hafîd Bey ayrıca Şevki Bey'in bütün şarkılarının güftelerini bir mecmua halinde bastırmış ve bunun getirisi ile bestekarın anne ve babasına yardım etmeye çalışmış. Şevki Bey'in sağlığında güftelerinin bir kısmını Sermaye-i Zevk ve Sadâ-i Şevk adlı mecmualarla yayınladığı anlaşılıyor.
Recâizâde Mahmut'un "Gül hazin, sünbül perişan, bağ-ı zârın şevki yok" mısrası ile başlayan "şevki yok" redifli şiirini Şevki Bey'in ölümü üzerine yazmış olduğu rivâyet edilir. Bu şarkı büyük bestekâr Rahmi Bey tarafından Bayatî makamında bestelenmiştir. Tamburi Refik Fersan, tarihçi Murat Bardakcı tarafından yayınlanan hatıratında Rahmi Bey'in bu eseri Şevki Bey'in ölümü üzerine bestelediğini anlatmaktadır. Tamburi Refik'in Rahmi Bey'in ilk eseri olduğunu da söylediği bu şarkıda Rahmi Bey'in diğer eserlerinde rastlanmayan bir monotonluk göze çarpar.
Şevki Bey 'in aşağıdakı birkaç eseri bile O'nun bestekârlığı hakkında bir fikir verebilir. Kısa ömrünün son on yılında çeşitli makamlarda yaptığı bestelerin sayısı binin üzerinde olup, bunlardan ikiyüzon kadarı günümüze kadar gelebilmiştir. Bununla ilgili olarak Şevki Bey ölümünden bir süre önce,
Arza lâyık değil amma hünerim
Nâçizane bini buldu eserim
beyiti ile bu sayıyı dile getirmiştir.
Bazı ünlü eserleri
Affeyle suçum ey gül-i ter başıma kakma Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz Kış geldi firâk açmadadır sinede yâre Ülfet etsem Yâr ile ağyâre ne Niçin şeb-tâ-seher ben zâr u zârım Kimseler gelmez senin feryâd–ı ateş-bârına Gülzâra nazar kıldım virane misal olmuş Canım gibi sevdikçe seni gönlüm ey âfet Reng–i ruhsârına gülgûn dediler Hastasın zannım, vefâ mahzûnusun Hicrân oku sinem deler Gönlümü dûçar eden bu hâle hep Mey içerken düştü aksin câmıma | |
|