Tarihçe
Kırşehir ve çevresinde yapılan araştırmalar ilin tarihinin, Eski Tunç Çağı'na (M.Ö. 3000-2000) kadar uzandığını göstermektedir. Daha sonra Hititler, Frigler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu ve Osmanlılar yörede hüküm sürmüştür.
Yüzyıllarca Anadolu'nun ticari ve ekonomik hayatında büyük rol oynamış olan Ahilik, 13.yy.'da Kırşehir'de kurulmuştur. Bir esnaf örgütü olan Ahiliğin temeli doğruluk, karşılıklı yardımlaşma ve saygıya dayanmaktadır.
Kırşehir ili medeniyetin beşiği olan Anadolu’nun ortasında yer alır. Çok önemli bir coğrafi konuma sahip olması sebebi ile başlangıçtan günümüze kadar, önemli kültürlerin yaşandığı bir yer olmuştur. Yapılan araştırmalar ve arkeolojik kazılar Kırşehir’de insan yerleşimlerinin M.Ö. 3.binde başladığını göstermektedir. Bu döneme ait çanak çömlek parçaları Kırşehir höyüklerinden elde edilmektedir.
1930’lu yıllarda Türk ve İtalyan arkeologlar tarafından Kırşehir merkez ilçesine bağlı hashöyükte yapılan arkeolojik kazılar M.Ö. 3. bine ait çanak çömlek kalıntılarını ortaya çıkarmıştır.
M.Ö. 2. binde Asur Ticaret Kolonileri Dönemi ve Hitit Döneminin başladığını görürüz. Kızılırmak kıyısında Hirfanlı baraj işletmesine getirilen 2 öküz başı Protomu eski Hitit Dönemine ait Sunak, Sevdiğin köyü ile kaleköy arasında yer alan Hitit yol yazıtı olarak bilinen hiyeroglif yazılı malkayası ve yine Kaman Kalehöyük’te yapılan kazılarda bulunan mühürler seramik mutfak eşyaları, resmi yapılara ait duvar tekniği ile yapılmış binalar vb. Hitit döneminin en önemli izleridir.
Eski Hitit ve geç Hitit dönemlerinden sonra yine eski ve geç frig döneminin yoğun yaşandığını mevcut arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalardan öğreniyoruz. M.Ö. 550’de Anadolu tümüyle Pers hakimiyetine girmiştir. Kırşehir bu dönemle birlikte Kapadokya bölgesi olarak ünlenen orta anadolu tarihi içerisinde değerlendirilir. Pers’lerin Anadolu’yu sadece askeri işgal ile yetinmeleri nedeniyle Kırşehir’de bu döneme ait önemli yerleşim kalıntı ve buluntularına rastlanmamasına rağmen Kaman Kalehöyük kazısından pers dönemi mühürleri bulunmuştur. Pers egemenliği M.Ö. 334 yılında Büyük İskenderin orduları ile Anadolu’ya gelip Pers’leri yenmesi ile bitmektedir. M.Ö. 333 yılında kurulan Kapadokya krallığı döneminde otorite yetersizliği yüzünden Kırşehir ve yöresi yoğun baskı görmüştür. M.S. 18’de Roma İmparatoru Tiberius Kadadokya’yı resmen Roma’ya katmış ve eyalet durumuna getirmiştir.
Roma dönemi hem putperesliğin güçlü olduğu, hemde hıristiyanlığın hızla yayıldığı bir dönemdir. Kırşehir’de bu döneme ait hıristiyanların ibadet ve sığınmaya yönelik inşaa ettiği 15 kadar irili ufaklı yer altı şehri tespit edilmiştir. Yapılan tarih araştırmalarında Kırşehir’in Roma döneminde bir ara önemli bir siyasi merkez olduğu hatta kısa bir süre eyalet başkenti yapıldığı ortaya çıkmıştır.
Kırşehir Roma dönemi sonlarında aldığı Makissos adını M.S. 5. yy. ilk çeyreğine kadar devam ettirdi. İmparator 1. Justinianus döneminde (527-565) yeniden kurularak Justinianapolis adını almıştır. Ancak bu adın ne kadar süre ile kullanıldığı bilinmemektedir. Bizans dönemine ait Kırşehir merkezine bağlı Taburoğlu köyü yakınındaki üç ayak kilisesi, Kaman Temirli’deki kilise, Mucur Aksaklı ve Aflak köyündeki kaya kiliseleri, Derefakılı kilisesi, Mucur manastır ve keşif sarayı bulunmaktadır. Kırşehir civarında bizans dönemine ait kandiller, takılar, sırlı mavi sarı renkli seramik eşyalara rastlanmaktadır.
Selçuklu dönemi Kırşehir tarihi, Kırşehir için olduğu kadar bütün Anadolu Türk tarihi içinde oldukça önemli ve araştırılmaya değerdir. Kırşehir’in kentleşmesi 13. yy. başlarında Selçuklu döneminde başlamıştır. Erzincan’da Selçuklu’larla yaptığı savaşta yenilgiye uğrayan mengücük hanedanının emirlerinden Melik Muzafferüddin Muhammede savaş sırasında gösterdiği sağ duyu nedeniyle 1228 yılında Kırşehir tımar olarak verilmiştir. Melik Muzafferüddin Muhammed Kırşehir’deki ikameti sırasında 1230’lu yıllarda Melik Gazi Medresesini inşaa etmiştir.
1240 yılında Kösedağı yenilgisi ile bütün anadoluyu işgal eden moğollar Kırşehir’i yaylak ve kışlak haline getirmişlerdir. Kırşehir’de Moğolların uzun süren askeri vardığı bu kenti önemli bir siyasi ve askeri merkez haline getirmiştir.
1260’lı yıllarda Kırşehir emiri olan Nureddin Cibril Bin Cacabey Moğollarla kurduğu iyi ilişkiler sonucu Kırşehir’de Türk döneminde iki esaslı imar faaliyetini gerçekleştirmiştir. İlk astronomi medreselerinden biri olan Cacabey medresesine Kızılırmak yanındaki Cacabey hanına ve bunun yanında pek çok irili ufaklı yapıyı inşaa ettirmiştir.
13.yy.’da Anadolu Türk birliğini ve özellikle esnaf ve sanatkarlarını teşkilatlandıran Ahi Evran, Denizli,Konya ve Kayseri’den sonra Kırşehir’e gelerek çalışmalarını burada sürdürmüş ve Kırşehir’i Ahiliğin merkezi durumuna getirmiştir. Ahi Evran’dan sonra Kırşehir Ahiliğin merkezi olmaya devam etmiştir. Kırşehir’deki zafiyede alınan kararlar Azerbeycan’dan Bosna Hersek’e kadar geniş bir bölge üzerinde etkili olmuştur.
1293 yılında Meyvana’nın oğlu Sultan Velet tarafından Anadolu’da belli merkezlere Mevleviliği yaymak amacı ile elçiler gönderilmiştir. Kırşehir’e gönderilen elçi Şeyh Süleyman Türkmani’dir. Kırşehir’de bir tekke kuran Süleyman Türkmani Mevleviliği burada yaymıştır. Cacabey’in Mevlana ile yakınlığı, Mevlana’nın Cacabeye olan teveccühü mektuplarından anlaşılmaktadır. Ayrıca Mevlana’nın oğlu Alaaddin’in Konya’da Şemsi Tebrizi’nin öldürülmesi olayına adının karışması sonucu Kırşehir’e ricat ettiği bilinmektedir. Bütün bunlardan Kırşehir’in Anadolu’nun önemli mevlevilik merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Kırşehir 13.yy.’dan 15.yy ortalarına kadar Anadolu’nun en önemli siyasi sosyal ve kültür merkezlerinden biri olma özelliğini devam ettirmiştir.
14.yy başlarında Anadolu’yu aydınlatanların başında gelen ünlü tasavvufçu Aşık Paşa 12 bin beyitlik Türkçe “ Garibname” sini yazmıştır. Türkçe’yi 1299 yılında resmi dil haline getirmek isteyen Karamanoğlu Mehmet beyden sonra Aşıkpaşa Türk kültürüne sahip çıkmış, Türkçe’yi yazı diline en iyi ve geniş biçimde sokmuştur.
Kırşehir’de yaşamış olan Ferideddin Attar’ın “ Mantık-Ut Tayr” adlı eserini Türkçe’ye çevirmiş olan büyük mutasavvuf Ahmet GÜLŞEHRİ’nin Yunus EMRE’den sonra gelen en büyük şair olduğu belirtilmektedir. Bütün bunların yanında Yunus EMRE’nin Kırşehir’de yaşadığı, öldüğü, mezarının da Kırşehir’e bağlı Ulupınar Kasabasında ziyaret tepede bulunduğu bilinmektedir.